Araştırma Üniversitesinin Kökeni: Humboldt Modelinin Yükselişi

19. yüzyıl başına dek üniversiteler araştırma üretmekten çok meslekî eğitim veren Ortaçağ kurumlarıydı. Bilginin gerçek merkezleri, Londra’daki Royal Society ve Paris’teki Académie des Sciences gibi akademilerdi. Ancak özellikle dağınık ve geri kalmış görülen Alman topraklarında beklenmedik bir dönüşüm gerçekleşti. 1737’de kurulan Göttingen Üniversitesi, Başbakan Münchhausen’in “yayımla ya da yok ol” kriteriyle öğretim üyelerini yazmaya teşvik etti; bu publikasyon baskısı özgün araştırma fikrini henüz doğurmamış olsa da, ilerideki yükseliş için kariyerci teşvik zemini hazırladı.

Kant’ın Wissenschaft kavramsallaştırması – sistematik ve bütüncül bilgi arayışı – klasik filolojideki seminer modeliyle vücut buldu. Christian Gottlob Heyne’nin 1760’lardan itibaren yürüttüğü Göttingen filoloji seminerleri, öğrencileri aktif tartışma ve orijinal metin çözümlemelerine zorlayarak disiplini ilk kez modern bir “araştırma topluluğu”na çevirdi. Böylece her yeni bulgu, ortak bir bina inşa eder gibi bir üst bilgi katına eklenebiliyordu.

1798–1802 arasında Jena’da toplanan Fichte, Schelling ve Schiller, Aydınlanma’nın “fabrika gibi faydalı üniversite” anlayışını reddedip Romantik bir Bildung ideali savundu: Üniversiteler, öğrencilerin araştırma kapasitesini ve ahlâkî kişiliğini bütüncül biçimde geliştirmeliydi. Napolyon’un Almanya’yı sarsması ve Prusya’nın yarı yarıya üniversitesiz kalması ise bu fikirlere siyasî ivme kazandırdı. Dilbilimci Wilhelm von Humboldt, 1810’da Berlin Üniversitesi’ni kurarken Göttingen’in yayın odaklı sistemiyle Romantik eğitimi sentezledi; öğretim ile araştırmayı ayrılmaz kılan “Humboldt modeli” doğdu.

Berlin, orijinal araştırma zorunluluğu getiren ilk doktora programıyla (özellikle filoloji alanında) örnek teşkil etti. Yüzyıl ortasına gelindiğinde, Almanya’daki seminer ve enstitüler zoolojiden antropolojiye her alanda yayıldı; uzmanlaşma arttı, yayın patlaması başladı ve “çok fazla yarı-zamanlı öğretim üyesi” şikâyeti bile tanıdık hâle geldi. Rusya’dan Amerika’ya pek çok ülke, Johns Hopkins ve Chicago üniversiteleri gibi doğrudan Alman esinli modeller kurarak bu yapıyı benimsedi. Bugün lisansüstü bölümlerden “yayın baskısı”na kadar modern akademiye damgasını vuran çoğu uygulama, romantik idealizm ile kameralist pragmatizmin beklenmedik evliliğinden doğan 19. yüzyıl Alman araştırma üniversitesine dayanır.